mceylanya.@mynet.com
40-50 Otobüs
11 Mart 2016 04:46:12
Haber janslarından ve tv'lerden duyduğumuz haber aynen şöyle:
"Batı Afrika ziyaretinin son durağı olan Gine'de bulunan Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, Gine Devlet Başkanı Alpha Conde ile görüşmesinin
ardından ortak basın toplantısı düzenledi.
Toplantının sona erdiği anda tekrar mikrofona yönelen Cumhurbaşkanı
Erdoğan, yarın Gine Devlet Başkanı Alpha Conde'nin doğum günü olduğunu
ve bu vesileyle bir müjde vermek istediğini belirterek, "İstanbul Büyük
Şehir Belediyemiz Gine başkentine 50 tane otobüs hibe edecek. Bu
otobüslerin bakımlarını A'dan Z'ye yapacaklar ve buradan Türkiye'ye
gelecek ekibi eğitecekler. Yetiştirdikten sonra yedek parçalarıyla
beraber 50 otobüsü Gine'ye gönderecekler. Biz de hayırlı olsun diyoruz".
dedi.
Ve elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu açıklaması uzun süre ayakta alkışlandı."
Haber bu...
Haber bu da haberin bize göre önemini anlatmaya çalışacağım. Mesele "geri kalmış-ulaşımda henüz çağı yakalayamamış bir ülkeye yardım meselesi", "hediye meselesi" olarak algılanabilir. Bence işin öteki penceresine bakmak lâzım.
Önce konuyu izaha başlayalım, olmaz mı?
Belediyelerin uluslarası ilişkileri ve hibe verip veremeyeceği bir "hukuk meselesidir" ki ben, meselenin o tarafına bakmak istemiyorum.
25 yılı aşkın memuriyet hayatımda, ülkemizin önemli kamu kurumlarında üst düzey görevlerde bulundum. Burada, gözlemlediğim iki şey vardı. Hani, serde "makina mühendisiyim" ya, ülkemin makina bakımından duruşu ve manzarası benim için, meslekî açıdan da önemliydi.
Ecevit iktidarında veya sonraki iktidarlar döneminde de, ülkemizin ithalat-ihracat meselesinde "yerli sanayii ve üretimi koruma - kollama ve destekleme politikaları" uygulanırdı. İleri, sanayileşmiş batı ülkeleri, bu güzel memleketimizi DÜNYA İŞ MAKİNALARININ VEYA OTOMOTİV SEKTÖRÜNÜN GİZLİ HURDALIĞI haline getirmeye çalışıyorlar, yeni ürettikleri henüz kendi piyasalarında dahi denenmemiş marka ve modelde iş makinalarını ucuz fiyatla bize satmaya, adete hediye etmeye çalışıyorlardı. Nitekim, meydana gelen (Erzurum dahil) depremlerde de, batı'nın ilk baş vurduğu hadise "makina hibe"siydi.
Evet, makinayı hibe-yani-bedava olarak, deprem yardımı olarak vermek istiyorlardı.
Aynen bizim Afrika ülkesine bedava vereceğimiz gibi.
Makinalara ilaveten, yeterli miktarda yedek parça ve bu makinaların işletmesini öğretecek eğitici hocalar da bedava-meccanen gelecekti. Ne güzel değil mi? Buna HAYIR demek mümkün mü?
Ancaaak,
Meselenin öte yanını, derinlemesine inceleyecek olursan; ülkemizde denenmek isteniyordu yeni üretim, yeni teknoloji. Ve ülkemizi bu yardım vasıtasıyla, bundan sonraki bütün yıllar boyunca o markaya bağımlı hale getirmeye çalışıyorlardı. Bir çeşit uyanık tüccarlık anlayacağınız. Yardım-hibe o, işin sadece sahnedeki propagandasıydı...
Bir zamanlar koca koca cep telefonlarımız vardı, nerdeler şimdi?
Bir zamanlar, siyah beyaz televizyonlarımız vardı, nereye kayboldular?
Daha kaç tane alet-makina ve edavatı böyle kullanıp, çok kısa sürede dünyamızdan çıkardık, öyle değil mi?
Hibe edilmek istenen makinaların "bom yükseklikleri, tekerlek açıklıkları, maksimum ağırlıkları" bizim karayollarımıza ugun mu, değil mi ona bakan bile yoktu?
Türkiye' de oluşturulamamış makina standartizasyonu ve ithalat listeleri, liberasyon listeleri baştan sona hedefsiz, gözü yumuk ve "ne gelirse kabulüm" anlayışı ile donatılmıştı. Buna göz yummak, ülkenin geleceğini ipotek altına almaktı.
DPT(Devlet Planlama Teşkilâtı)nda bu işe, en azından iş makinaları açısından, bir standartizayon ve hedefler menzumesi koymaya çalışan ekibin içinde bulundum. Ancak, nereden uzandığı belli olmayan bir güçlü rüzgâr bizim çalışmalarımızı bir anda sonlayıverdi. Serbest ekonomi, serbest piyasa... Al sana kamu, olmaz ise yerel yönetimler; al sana özel teşebbüs. Onlar, kurmak istediğimiz hedefler manzumesini bir anda yıkıp perişan etiler. Ve bugün, bu güzel ülkemizde dünyada ne kadar marka ve model varsa, hepsinden motorlu taşıt ve iş makinasını yollarımızda, şantiyelerimizde, tamirhanelerimizde görmeniz mümkündür. Serbest ekonomiye "evet" ama hedefsiz, kalkınma programlarına göre ilkelerini koyamamış bir gidişe "hayır" diyenlerdenim ben halâ...
Gelelim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin olayına.
Elinde ne kadar ekonomik ömrünü tamamlamış veya tamamlamak üzere olan otobüs varsa, parka çekilmiş, tamiri ile dahi ekonomik çalışamayacağı belli olan ulaşım araçlarını "hibe olarak", yedek parçaları ile birlikte gönderecek, elden çıkaracak.
Böylece;
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin garajlarını-alanlarını işgal eden bakıma muhtaç otobüsler elden çıkarılmış olacak;
Ayrıca,
Bu otobüslerin, yedekparça ambarlarında hiç bir işe yaramayan, bekleyen, her sayımda ayniyatçıların, depo görevlilerinin başının derdi olan, ne kadar "ölü stok" malzemesi varsa onlardan da kurtulacak.
Kısaca,
İstanbul Büyükşehir Belediyemiz rahatlayacak. "Ohhh çekecek"... Sonra da ustalarından, usta öğreticilerinden oluşan heyetlerle ver elini Afrika gezilerine... Eğitim için tabii ki... Bu da güzel.
Güzel olmayan tarafı şu, bu otobüslerin kaç tanesi bizim yerli sanayiimizin ürünü ki? Sıfır elbette...
Şu halde,
O Afrika ülkesini ekonomik ve makina bakımınan kendimize bağlayamayacağız. Sadece, geçici-pansuman bir "çare sunup" yardımda bulunmuş olacağız. Öyle değil mi?
Buna rağmen;
Şahsen, Cumhurbaşkanımızın bu çabasını ben destekliyorum.
Üreten ekonomimiz yoksa, üretilmişi pazarlayan olmalıyız. Yenileyen, aktaran, işleten...
Şu Irak ve şu savaşla iç içe olan Yemen vb ülkelerin makina sektörlerini mercek altında tutmalıyız. Sadece "bakım-onarım" projeleri ile ülkemize müthiş gelirler elde edebileceğimizi sanmaktayım...
40-50 otobüs meselemize bir de bu taraftan bakarsak bunları görürüz işte...